Geçtiğimiz günlerde Ankara’ya gelen tasarımcı, yeni koleksiyonunda kullanmak üzere parçalar bulmak için Ankara Kalesi’ne giderek antikacıları gezdi. 1978 İzmir doğumlu Ayşegül Armağan, İstanbul Notre Dame de Sion Kız Lisesi’nde başladığı lise öğrenimini İsviçre’de College Voltaire’in resim bölümünde tamamladı. Eğitimini Cenevre Güzel Sanatlar okulunda fotoğrafçılık okuyarak tamamlayan tasarımcı, tasarımcılığa hobi olarak başladı. Ayşegül Armağan, tasarımcılığa nasıl başladığını ve A-Yuzu markasının nasıl ortaya çıktığını anlattı.
Kapalıçarşı hayatımı değiştirdi
“Tasarımcılık aslında hobi olarak başladı. Takı yapmak benim için bir keyifti. Yaptığım kolyeleri, bilezikleri uzunca bir süre sevdiğim insanlara, arkadaşlarıma doğum günü yada özel kutlama günleri hediyesi olarak sundum ve çok beğeni ile takıldığını gördüm. Güzel geri dönüşler aldım hep, tebrikler aldım, ‘Ben de kardeşime hediye etmek istiyorum, bir tane de benim için yapar mısın?’ teklifleri gelmeye başladı. Ama bir gün Kapalıçarşı’da girdiğim bir dükkân kafamdaki pek çok taşı yerinden oynattı, sanki içimde bir şeyler değişti. Oradaki renk cümbüşü, maviler, sarılar, turkuazlar, morlar ve yeşillerle donanmış taş ve boncuklar içimdeki yaratıcı ruhu öylesine körükledi ki, fark etmeden orada geçirdiğim o üç saatin sonunda A-Yuzu markasını yaratmaya karar verdim. Ama mutlaka profesyonel bir eğitimden geçmek gerekiyordu, bunun için de bu işin mutfağında pişmek, teknikleri öğrenmek ve yaratmak istediklerimi fiiliyata en güzel şekilde dökebilmek için önce Cenevre’de takı tasarım dersleri aldım, sonra da Londra’da St Martin’s College of Arts’da yaz okuluna katıldım.
İyi bir gözlemciyim
Her şeyden önce çok iyi bir gözlemciyim, ayrıntılar gözümden hiç kaçmıyor. İnsanların ‘A pek güzelmiş’ deyip yürüyüp geçtiği her obje, benim için tasarımlarımda kullanılabilir materyallerdir. Basit bir parçanın tasarımın bir parçası olduğunda kazanacağı anlamı çabuk görüyorum. Bu farklı bir his. Mesela Ankara Kalesi’nin içindeki dükkanlardan belki de insanların bir takı üzerinde hayal bile edemeyecekleri çok güzel 4-5 özel parça satın aldım. Bunları şapkalarımın üzerinde kullanacağım. Bir başka örnek vermem gerekirse, Kyoto’da gezerken dar sokaklarda karşıma çıkan eski kimono kumaş parçaları beni o kadar etkiledi, öylesine büyüledi ki, size o anda heyecanı tarif etmem mümkün değil. Böyle anlarda kendime hep şu soruları sorarım; acaba bunu kim giydi, nasıl biriydi, bunu giyerken mutlu muydu, yoksa bu kumaşa gözyaşlarını mı akıtıyordu ve bunun gibi daha bir sürü soru canlanır zihnimde. Bu canlandırmalar da beni farklı hayallere ve hikâyelere sürükler. Tasarımlarımın hepsi işte bu hikâyelerle, aşkla, sevgiyle çıkıyor ortaya.
Hikaye işliyorum
Tasarladığım her takının her bir düğümüne, ördüğüm bir berenin her ilmeğine, her parçasına hem kendi sevgimi ve heyecanımı, hem o yünü hazırlayan kişinin, hem o taşın, bezin, dantelin, boncuğun, ilk sahibinin hikâyesini işliyorum. Böylesine bir sevgiyle ortaya çıkan ürünlerimin alıcısına da mutluluk ve uğur getireceğine inanıyorum.”