MODERNİTE VE ROL EROZYONU EN TEMEL SORUN
Aydemir, “Doğum oranlarının düşüşünü sadece hayat pahalılığıyla açıklayanların dünyadan haberi yok” dedi. Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde devletin çocuk başına maaş bağladığını ancak buna rağmen doğum oranlarının düştüğünü hatırlatan Aydemir, “Ekonomik refahın yüksek olduğu yerlerde de insanlar çocuk yapmıyor. Çünkü mesele ekonomik değil, zihniyetle ilgili bir meseledir” değerlendirmesinde bulundu.
“ROL EROZYONU, AİLE YAPISINI ÇÖKERTTİ”
Kadın-erkek rollerinde yaşanan değişimin aile kurma ve çocuk yetiştirme sürecini olumsuz etkilediğini belirten Aydemir, “Kadın ya anne olmayı ya da çalışmayı seçiyor. Modern kapitalist sistem kadını ekonomik güvence peşine düşürerek annelikten uzaklaştırıyor. Bu, sadece kadını değil, nesli de yıpratıyor” dedi.
Ev hanımı olmayı seçen kadınların toplum tarafından aşağılandığını, gönüllü çalışan ya da hayır işlerine yönelen kadınların ise ekonomik değeri olmayan bireyler gibi görüldüğünü belirten Aydemir, “Kadın ne kadar kazanıyorsa o kadar değerli sayılıyor. Bu bakış açısı kadını, aileyi ve geleceği felç ediyor” ifadelerini kullandı.
“EĞLENCE TOPLUMU KALBİ KURUTTU, NESLİ KESTİ”
Modern toplumun ‘hız ve haz’ çağına teslim olduğunu kaydeden Aydemir, “İnsanlar artık haz merkezli yaşıyor. Bu durum, kalbi kurumuş ama midesi ve bağırsakları sürekli çalışan bireyler doğuruyor. Böyle bir insan tipi çocuk büyütemez. Çünkü çocuk emek, sorumluluk ve fedakârlık ister” dedi.
Eğlence toplumu anlayışının en büyük tehdidinin müstehcenlik olduğunu vurgulayan Aydemir, “Kadın mahremiyetinden sıyrıldığı ölçüde taltif ediliyor. Bu toplum için yıkıcı bir eğilimdir. Mahremiyetini kaybeden kadın değil, toplum kaybeder” diye konuştu.
“YETKİ SAHİPLERİ TESPİTİ DOĞRU YAPMAZSA, ÇÖZÜM MÜMKÜN DEĞİLDİR”
Aydemir, yetkililere de çağrıda bulunarak, “Hem kadın istihdamını artırmayı hedefleyip hem de doğum oranlarının artmasını beklemek bilimsel olarak rasyonel değildir. Bu büyük tehdidi magazinsel bir başlık gibi ele almak yerine ciddi bir beka meselesi olarak değerlendirmeliyiz” dedi.
Devletin bu alanda köklü bir zihinsel değişime öncülük etmesi gerektiğini vurgulayan Aydemir, “Nüfus politikaları değil, değer politikaları öncelikli olmalıdır. Anlamı olmayan hayatlarda yeni nesiller filizlenemez” şeklinde konuştu.
AYDEMİR, ANNA KARENİNA ROMANINI HATIRLATTI
Açıklamalarının devamında Tolstoy’un Anna Karenina romanına da atıfta bulunan Aydemir, eserdeki birey-toplum çatışmasının, özellikle kadının aileden koparak bireysel arzularının peşine düşmesiyle yaşadığı yıkımın bugünkü toplumsal tablonun edebi bir yansıması olduğunu belirtti.
Aydemir, “Anna Karenina, ailesini ve çocuğunu terk ederek aşkı tercih ediyor ama sonunda yalnızlığa, paranoyaya ve ruhsal çöküşe sürükleniyor. Bu roman, modern kadının düştüğü çıkmazı yüz yıl öncesinden haber veriyor. Bugünün Anna’ları çoğaldıkça toplum yalnızlaşıyor, aile ise çöküyor” ifadelerini kullandı.
“LEVİN GİBİ ANLAM ARAYANLARA İHTİYACIMIZ VAR”
Romandaki Konstantin Levin karakterinin ise tam aksine kırsala yöneldiğini, anlam ve maneviyat arayışıyla huzura ulaştığını vurgulayan Aydemir, “Levin, modernliğin değil, maneviyatın çocuk doğurduğu bir anlayışı temsil ediyor. Bugün bizim ihtiyacımız olan şey de Levin gibi düşünen, fıtri olana yönelen bireylerdir” dedi.
“ANNA KARENİNA BİR ROMAN DEĞİL, İBRET BELGESİDİR”
Toplumu bekleyen tehlikenin yalnızca doğurganlık oranlarıyla ilgili olmadığını belirten Aydemir, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bir milletin geleceği yalnızca TÜİK verileriyle anlaşılmaz. Aileye, mahremiyete, sadakate ve anlamlı hayata ne kadar sahip çıkıldığına bakılır. Anna Karenina bir roman değil; modern dünyanın ibret belgesidir. Ya Anna gibi tutkularla tükeniriz ya da Levin gibi kök salıp yeniden diriliriz.”