Kariyerine çok sayıda ödülü sığdıran Ankaralı yazar İnci Gürbüzatik, “İki Çırpı Kiraz Kız” ve “Aşk Kaldığı Yerden” öykü kitaplarından sonra, Goa Yayınevi’nden çıkan romanı, “Misket”i okurlarıyla buluşturdu. Yazar, 1950-60’ların Ankara’sında Ulus’un arka sokaklarına çıkardığı okuyucusunu; Misak-ı Milli Mahallesi, Suluhan, Gazi Lisesi, Tayyare Sokağı, Karyağdı ve Tezveren Sultan Türbelerinde gezdirmeden bırakmıyor.
Kurtuluş Savaşı’na tanıklık etmiş karargâh evlerin, insansızlaştırılmış bir semtin, tarihin yok oluşuna/edilişine “yazınla” itiraz ediyor. Misket’te itiraz ve isyan çığlıklarıyla birlikte, çocukluğunuzun arka bahçesine açılan sayfalarda oyunlarınızı, tanıdık simaları, tarihi değerleri, zamanın ruhunu ve günlük yaşantı kesitlerini okuyacaksınız. Yalnız okumakla kalmayacak, yazarın yazmaya teşvik eden sesine de kulak vereceksiniz. İnci Gürbüzatik kitabını, çocukluğunun Ankara’sını, anılarının sokak/satır aralarını Ankara Hürriyet okurlarıyla paylaştı.
- Senaryolarınız, belgesel film metinleriniz, öyküleriniz, kitaplarınız, ödülleriniz var. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Önemli olan Ankaralı olmam. Yazıyor olmam. Atatürk Birinci İlk Okulu, Ulus Kız Orta Okulu, Anafartalar Kız Lisesi ve DTCF Tiyatro Bölümünü bitirdim. TRT’de yıllarca hem radyoda hem de televizyonda prodüktör olarak pek çok programa, televizyon dizisi ve dramaya imzamı attım. Bir Ankara Aşığıyım. Çocukluğum Ulus’ta, o eski Ankara mahallelerinde geçti. Bence bu kadar yeter.
- Yazarı gibi kitap da Ankaralı olunca “misket oyunu, misket şarabı, misket elma, misket havası…” geliyor aklımıza. Kitabınızın adıyla hangi misketi imliyorsunuz?
Hepsini. Çünkü kitabımda misket, her anlamıyla çıkıyor karşımıza. Ama ana imge misketin buğulu cam derinliğine Alis gibi dalıp anılarımı bir bir çekip çıkartışımdır. Tıpkı bir falcının cam küresinde görünenler gibi, ben de misketteki o şeffaf, buğulu derinlikte buldum kendimi. Sonra da parmaklarımın arasında gıcırdatıp seslerini duyurdum, görüntüler yansıttım okuruma.
- Kitapta otobiyografik öğeler, siyah beyaz fotoğraflar, bir kroki ve “onsuz olmazdı” dediğiniz kurgu var. Tür olarak roman mı, anı kitabı mı, belgesel mi demeliyiz?
‘Misket’ içeriğine bakınca bir anı kitabı, otobiyografi gibi görünüyor, ama birbiri ardına anlatılanlar roman bütünlüğü taşıyor. Karakterler var, tipleri de. Belgesel zaten. Benim asıl yapmak istediğim, yıkılıp tarumar edileceğini bildiğim, çocukluğumu yaşadığım Ulus’taki Misak-ı Milli, Doğan Bey, Hacı Doğan mahallelerini, sokaklarını, evlerini, yıkımdan önceki hallerini belgelemekti. Vefasızız. Geçmişimize sahip çıkmıyoruz. Duyarsızız üstelik. Ulusal belleğimiz çok zayıf. Ben Ulus’un yok oluşundan öncesini acı duyarak yazdım, Misket’te.
SEVGİMİZİ KANITLAMA ZAMANI
- Ulus’un arka sokaklarında, çocukluk ülkeniz ve yetişkinliğiniz arasındaki o görünmez kırmızı çizgiyi geçtiğinizde mi, kitabın ana fikri ortaya çıktı?
Kaybetme korkusu insanı harekete geçirir. Kaybedilecek şey ne kadar büyük, önemliyse korku da büyür. Ben kentsel dönüşümün daha konuşulmadığı zamanlarda Ulus’un yıkılacağı korkusunu oraları gezerken anlamıştım. Çünkü o canım sokaklar, mahalleler istila edilmiş, içinde yaşayan o güzel insanlar oralardan kovulmuştu. Evler yılkıya bırakılmış, viran olması bekleniyordu. Önseziye gerek yoktu. Gerçeğin korkunçluğu görülüyordu. Zamanında restore edilse idi, içinde yaşayan, oraların gerçek sahipleri ile canlılığını sürdürebilirdi. Ama bunu sanki özellikle yapmadılar. Ruhu olurdu o zaman. Yoksa yıkıp eskiymiş gibi yeni maket evler yapmakla ruh üfürülmüyor oralara.
- “Misket bir misyon, Ankara’ya vefa kitabıdır” diyorsunuz. Neden?
Ankara’yı gerçekten çok sevdiğim için yazdım. Altı aylıkken annemin kucağında geldiğim bu kentte büyüdüm ben. Benim çocukluğumda şehrin kalbiydi yaşadığım yerler. Eski Ankara’nın Hacı Doğan, Doğan Bey mahalleleri tarihi mimari dokusu, insanları, esnaflarıyla capcanlı bir semtti. Ankara’da yaşamış herkesin bu şehre borcu vardır. Kişiliğimin oluşmasında annem babam kadar önemlidir Ankara. Havasının, suyunun, bize sunduğu güzelliklerin, kültürel olanakların etkisi inkâr edilemez. Ülkemin başkenti, Cumhuriyetin kalesi, ruhudur. Bana emek verdiğini düşünür kendimi borçlu hissederim hep. Ankara ile ilgili senaryolar gibi Misket’i yazmam da bu şehri sahiplendiğim içindir. Yöneticilerimiz, ilgililer, yetkililer öyle duyarsız, vefasız, Sivil Toplum Kuruluşları öyle tepkisiz ki. Vefa duygusuyla geçmişime sahip çıkıp yok oluştan öncesini ‘Misket’te yazıp belgeledim. Ama sadece yazmak yetmiyor, zaman sevgimizi kanıtlama zamanıdır.
BELLEĞİN KAZINMASINA İSYAN
- Nasıldı sizin çocuk(luk) Ankara’nız; özellikle Gençlik Parkı’ndaki sosyal yaşamdan bahseder misiniz?
Günlük yaşamımızda elbette sıradandı giysilerimiz. Sümerbank kumaşlarından, basmalar, pazenler, poplinden elbiseler dikerdi annelerimiz. Bizim için anlamı büyük olan o güzel Sümerbank binası artık başka bir isim taşıyor. Gördüğümde burnumun direği sızlıyor. O zamanlar bütün anneler birer terziydi, dikiş dikmesini bilirdi. Sokakta oynarken kirlenmekten korkmazdık. Ama tiyatroya, misafirliğe giderken, bayramlarda, Gençlik Parkı’na giderken çok özenle giyinirdik. Zengin çocuklarıyla fakir çocuklarını giysilerinden ayırt etmek hiç mümkün değildi. O yüzden ayrımcılık, kıskançlık nedir bilmedik biz. Sınıf farkını duyumsamadık. Gençlik Parkı başlı başına bir kitap konusudur benim gözümde. Çocukluğumun parkıdır çünkü. Bir ritüeldi ailece Gençlik Parkı’na gitmek. Bambaşka duygularla, değişime uğramış dönerdik oradan.
-Yıllar sonra Tayyare Sokağı 14 numarada yıkımı bekleyen evinizin kapısında durduğunuzda neler hissettiniz, anılarınızın yükünü boşaltabildiniz mi?
Hiç boşaltmadım. O kapıdan girmek geçmişle anılarla yüzleşmekti. Misket’i okuyanlar anımsayacaklardır, o gün orada, artık yaşamayan o yitik insanların hepsinin beni beklediklerini gördüm. ‘Yaz, beni yaz, bizi yaz, bizim gibi sıradan insanların da hayatı yazılmalı’ diyorlardı. O insanlar benim için Orhan Kemal’in insanlarıydı. Pek çok ünlü, önemli, popüler insandan daha değerliydi yaşamları. Onlara da vefa borcum vardı. Yazmam o yüzdendir.
- Bu kitap geçmiş özleminden çok, bir isyan; Ankara’da hızla yok edilen hafıza mekânlarını yazıyla yaşatmaya çalışmak mı?
Geçmişe özlem hem yok, hem var. Misket, hümanizmanın, insan ilişkilerinin yok oluşuna, tarihi bir semtin haritadan, uydudan silinişine, binaların yıkılışına, belleğin kazınmasına itiraz, isyan, çığlık elbet. O hafıza mekânları keşke yok edilmeseydi de yazıyla yaşatmaya çalışmasaydık.
ANKARA İLE İLGİLİ ANILARINIZI BELGELEYİN
Ankara çok değişti, sanki sahipsiz. Kentin dokusuyla birlikte rant uğruna estetik yok edildi. Gördüğüm çirkin binalar, görgüsüz, açgözlü yapılar, bakımsız yollar, çimlerine basılamayan parklar, kimliksizlik bana acı veriyor. Ama tarihi kent dokusu yok edilse, binalar yıkılsa, şehir birilerinin zevkine göre değişse de, bilinmeli ki, bu kentte yaşamış insanların anıları sapasağlam. Anılar belleklerimizden silinemez. Bir hazine gibi koruyoruz çünkü.
Ankara ‘Öykünün Başkenti’ bunu bilenler biliyor, bilmeyenler de öğrenmeli. Ankaralılara yazmalarını öneriyorum. Edebi yazmaları da gerekmiyor. Geleceğe, belge bırakın. Lütfen yazın. Ankara ile ilgili anılarınızı belgeleyin. Gelecek kuşaklar için, çocuklarınız, torunlarınız için yazın. Tanıklıklarımız çok önemli. Unutmayın belge yoksa bilgi de yok.