Hissettiğiniz her türlü duygunun, yaşadığınız sürede algıladığınız her şeyin temel oluşum sebebinde atomlar vardır. Sevdiğiniz birine dokunduğunuzda duyumsadığınız his; sizin elinizdeki atomların içindeki elektronlarla, o kişinin elektronlarının etkileşiminden başka bir şey değildir. Soğuk havada duyduğunuz üşüme hissi atomların size çarpması sonucu oluşur. Ateşin yanması ile ısınma, elektronların daha hızlı dönmesinden başka bir şey değildir.
Atomlar; çekirdek ve elektronlardan oluşur. Çekirdek ile elektronlar arasındaki boşluk inanılmaz büyük boyuttadır. Atomun içindeki boş alan; atomun tamamının % 99,9999999 unu kapsar. Geriye kalan mikro alan çekirdek ve elektrona aittir. Bir futbol sahası içindeki bir toz tanesi gibidir elektronlar, atomun içinde.
Peki; bu muazzam boşluklar nasıl bir etkiyle öylece durur ve her şeyi oluşturur hiç yıkılmadan, bozulmadan?
Çünkü elektron müthiş bir hızla çekirdek etrafında döner, hiç durmaksızın. Elektronlar çekirdeğin etrafından 1000 ila 100.000 km arasında değişen hızlarla dönerler. Kütleleri birbirinden farklı olmayan elektronlar farklı enerji seviyesine sahiptirler ve 7 farklı yörüngede dönerler.
Bazen sayısı yüze yakın elektron; aynı yörüngede döner, bazen de birbiriyle çarpışmadan yörüngeler arası geçiş yaparlar. Artı yüklü olmaları sonucu birbirlerini itmeleri gereken protonlar özel çekim kuvvetleri sebebiyle çekirdeğin içinde sıkışmış bir halde dururlar. Eksi yüklü olan ve çekirdeğin artı yükü nedeniyle çekirdeğe yapışması gereken elektronlar ise kaçış hızları ve itici kuvvetler nedeniyle asla yörüngelerinden ayrılmazlar. Hiçbir darbe, çarpışma ya da kuvvet, ne atomu, ne çekirdeğini ne de elektronlarını yerinden oynatamaz. Atomun oluşturduğu canlı ölse de o dönmeye devam eder, aynı hızla ve hiçbir değişikliğe uğramadan. Ormanı yaktığınızda yok ettiğiniz şey sadece atomları bir arada tutan bağlardır. Ormanı oluşturan atomları yok edemezsiniz. Onlar havaya karışıp dönmeye devam ederler inadına…
Elektronun bu hızlı ve bitimsiz dönüşü, var olan her şeyin özüdür, gerçeğidir. Elektron her ne kadar atomun içinde çok az bir yer kaplıyorsa da inanılmaz bir güce sahiptir; gücünü de bu dönüşten alır. Evrendeki her şey bu dönüş ile ayakta kalır. Elektronlar bir gün ya da bir an dönmeyi unutsa tüm evren yıkılır ve koskoca bir boşluğa dönüşür her şey…
Kuantum fizikçilerine göre madde aslında hayaletlerden oluşmuş bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Madde olabileceğini söyleyebileceğimiz gerçek miktarlar, maddenin gerçek boyutunun yanında toz zerrecikleri kadar küçük kalıyor. Bir deyimle “madde maddeden oluşmamıştır” ve büyük boşluklar enerji dalgaları nedeniyle maddenin sertliğini yaratır. Bir taraftan da dokunduğumuzu sandığımız hiçbir şeye dokunamayız gerçekte. Çünkü tam olarak dokunma gerçekleşmeden önce atomlar arasındaki itme nedeniyle mikro ölçekte de olsa atomlar arasında bir boşluk kalır. Bunu sağlayan şey; parçaların birbirini itmelerini ya da çekmelerini sağlayan temel kuvvetlerdir. Bu dört temel kuvvet; Güçlü Nükleer Kuvvet, Zayıf Nükleer Kuvvet, Yerçekimi Kuvveti ve Elektromanyetik Kuvvet'tir. Bu kuvvetlerde olabilecek en küçük bir oynama bütün sistemin bozulmasına, canlılığın yok olmasına sebep olabilir.
Elektronların, çekirdeğin çevresindeki yörüngelerinden ayrılmadan dönmelerinin nedeni, onlara etki eden Elektromanyetik Kuvvet'tir. Elektron, sahip olduğu eksi elektrik yükü nedeni ile artı yüklü çekirdeğin çevresinde hiç durmadan döner. Bu dönüş sırasında ortaya çıkan merkez kaç kuvveti, Elektromanyetik Kuvvet ile dengede durur ve elektron yörüngede kalır. Elektromanyetik Kuvvet'in hassas değeri ise elektronların çekirdeğe yapışmasını veya çekirdekten tamamen uzaklaşmasını engeller. Dengeyi sağlayan bu dönüşler sadece atomun içinde değildir; galaksiler, gezegenler, güneş, ay, dünya… Mikro ve makro her şey döner bu evrende. Mikro ve makro her dönüş ise içinde bir güç ve manyetik alan barındırır fizik kanunları gereği.
Anadolu’daki Mistik Dönüş
Medeniyetlerin ve yaşamın en eski tanığı Anadolu’da da yedi yüzyıldır durmayan bir dönüş, içerdiği gücü tüm dünyaya yayacak kadar etkili bir manyetik alan yarattı ve dönüşünü sürdürüyor hala… Bu dönüşün adı Semâ dönüşüdür ve başlatan da Mevlana adında bir Anadolu bilgesidir. Semâ dönüşü, yüz yıllardır insandan insana sirayet ederek devam ediyor. Bu sirayet kendi içinde bir giz barındırıyor ki bunca yüzyıldır durmadı. Mevlana’nın; dünyanın döndüğünün kabul edilmesinden dört yüz yıl önce, dünyanın dönüşüne bu kadar benzeyen bu dönüşün şeklini nasıl oluşturduğu ayrı bir giz. Güneş, gezegenler ve yıldızlar; döndükleri bilinmeden yüzyıllarca önce Mevlevilere ilham kaynağı olmuş ilginç bir şekilde...
Mevlevilerin Semâ Sırasında Neden Başı Dönmez?
Mevleviler bir semâ ayininde beş binden fazla tur dönerken vücutlarında neler oluyor, enerjilerini nasıl yitirmiyorlar, yorulmuyorlar ve neden başları dönmüyor merak edilmiştir hep ama bu konu üzerinde bilimsel bir çalışma ne yazık ki yapılmamıştır şimdiye kadar.
Semâzenlerin ayinlerde sergiledikleri sıra dışı performans hakkında ilk bilimsel çalışma Prof. Fuat Yöndemli tarafından yapılmış. Yöndemli, semâzenlerin eğitimleri sırasında belirli bir disiplinle hareket ettiklerini ve bu disiplinli kuralların bilimsel açıklamaları olduğunu ortaya çıkardı. Baş dönmesi, bulantı, kusma gibi semptomların ortaya çıkmamasının semâ çalışmalarında izlenen geleneksel davranışlardan kaynaklandığını bir kitapta ayrıntılarıyla anlatıyor Prof. Yöndemli.
Bu kitabı yazarken eleştirel fikirlerini de söylemeden edemiyor. “Eğer Mevlana bizim ülkemizde değil, bir batı ülkesinde yaşamış olsaydı üzerine binlerce araştırma yapılıp, kitaplar yazılırdı, bizler araştırma ve fikir hayatında cılız kalıyoruz” diyor.
Mevlevilikte gerçekleştirilen dini ayinlerin, ruh kadar bedeni de nasıl terbiye ve disiplin ettiğini, bu nedenle semâzenlerin baş dönmesi sorunu yaşamadığını bir doktorun rehberliğinde aşama aşama incelemek; gerçekten ülkemiz için ilklerden.
Semâ; kelime olarak işitmek, dinlemek, kulak vermek anlamındadır. Kök olarak Arapçadan gelir ve kulağa hoş gelen musiki manasındadır. Mecazi olarak ise şarkı, name, raks, vecd gibi manalara da gelir. Neyle icra edilen müziğin eşliğinde belirli bir düzen ve ahenkle dönüş demektir, tıpkı evrende belirli bir ahenk ve düzende dönen güneşler, gezegenler ve elektronlar gibi…
Semâ Dönmek Nasıl Gerçekleşiyor?
Meşk tahtası denen bir metrekarelik dört köşe bir tahta üzerinde yapılan egzersizlerle başlar çalışmalar. Orta kısmında kabara denen iki cm çapında bakır ve pirinçten yapılma bir çivi vardır.
Semâzenlik yolundaki derviş avucuna aldığı bir miktar tuzu, sol dizini yere dayayıp sağ dizini bükerek çöktükten sonra çivinin etrafına döker. Zorluklu bir başlangıcın ilacıdır tuz. Ayağının kaymasını ve parmakları arasında büllerin (sulu kabarcık) oluşup enfekte olmasını engeller. Ayağa kalkan derviş, tahtanın üstüne çıkar ve sol ayak başparmağıyla ikinci parmağının arasına çiviyi alır. Kollarını çapraz yaparak avuçlarını omuz başlarına koyar. Sağ ayak sol ayağa dik bir vaziyette iken, sol ayağını topuğunu kaldırmadan sağa doğru çevirir. Sol topuğunu yerden kaldırmadan sağ ayağını yerden kaldırır. Sağ ayak itici fonksiyon görerek bütün vücudu bir dönüş yapar. Sağ ayağa çarh, (çark) sol ayağa direk denir. Bu dönmeye çarh atma denir. İlk dönüşler ayakta tahta ile yapıldıktan sonraki egzersizlerde parmaklar çividen çıkarılır. Derviş sırayla "Kol Açma"sını, "Direk Tutma"sını (360 derece dönmesi), çark atarak yürümesini ve düz hat boyunca sağa-sola sapmadan ilerlemesini öğrenir.
İlk egzersizlerde baş dönmesi normaldir ve dönme süresi birkaç dakikadır. İlk egzersizler sırasında oluşan bulantı ve kusmaya “ safra atmak “ denir. Çalışma devam ettikçe bulantı azalır ve dervişin safra atarak manevi kirlilikten arındığı kabul edilir. Semâzenin her gün mutlaka egzersiz yapması kondisyon ve paslanmamak için şarttır.
Çark atma, kol açma, direk tutma, çark atarak yürüme ve düz hat üzerinde sağa-sola sapmadan ilerleme şeklinde yapılan bu hareketler, vestibüler ( iç kulak alıcılarına bağlı denge, görme ve dikkati içine alan sistem) sistemi değerlendirmek için tıpkı günümüzde kullandığımız metotlar gibidir.
Semâzen yemekleri konusunda da bir takım kurallara uymak zorundadır. Mide asidini arttıran yiyecekler, hamur işleri ve et fazla tercih edilmez. Hiçbir yasak olmamakla birlikte semâzen aşırı yemekten kaçınır. Aç ya da tok karınla değil, yemek mideyi terk ettikten hemen sonra dönmeye dikkat edilir. Bu dönemde serebral ( beyin ve beyine bağlı sistemler) merkezlere giden kanın daha az basınçlı olması nedeniyle semâ sırasında vestibüler şikayetlerin en aza inmesi sağlanmaktadır.
Yapılan tahlillerde semâzenlerin serum lipid, kolestrol ve trigliseridleri normal seviyelerde olup, ayrıca hiçbirinde hipertansiyon şikâyeti tespit edilmemiştir.
Bu çalışmalar başladıktan yaklaşık iki ay sonra Tennure denilen beyaz elbise giyilmektedir. Semâ sırasında eteklerin şemsiye gibi açılıp havalanmasına “ tennure açmak” denir. Tennure giyilince aerodinamik bakımdan semâzen, kendini daha hafiflemiş hisseder ve daha kolay döner fakat bu durum baş dönmesinin ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı bir faktördür. Bu yüzden ilk zamanlarda tennure giyilmez. Beyaz etek yuvarlak, üçlü ve sekizli-dokuzlu olmak üzere üç türlü açılır. Eteğin dönerken yuvarlak bir şekil almasına "sahan kapağı" adı verilir.
Dönüş sırasında semâzenin eteğinin üç köşeli bin manzara alması, Mevleviler arasında, onun "kendinden geçtiği" ve "Pîr aşkına döndüğü" kabul edilir. Tennuredeki kesim-dikim farkı veya uzunluk-kısalık gibi durumlar, birkaç santimetre dahi olsa, semâzenin yalpalanmasına sebep olur. Her şeyde olduğu gibi tennurede de bu yüzden bir ölçü olmak zorundadır.
Dönülen mekânın genişliği- darlığı- ferahlığı- sıkıcılığı semâzen üzerinde etkilidir. Dar mekânlarda dönmek şikâyetlerin artmasına neden olur. Vestibüler sisteme bağlı olarak optik fiksasyon( görüş sabitliği) semâzen üzerinde en etkili durumlardan birisidir. Semâzen, bakışlarını bir noktaya sabitlemediği takdirde başının dönmesi artar. Bunu önlemek için gözlerini sol elinin başparmağından ayırmaz. Gözleri yarı açık (süzülmüş) durumdadır. Etrafında olanlarla ilgilenmeyen semâzen her tarafı buğu içinde, sisli, bulanık görür. Ancak bu sırada baş dönmesi şikâyetleri tamamen kaybolur. Bütün bu önlemler deniz- araba tutması durumunda önerilenlerle aynıdır.
Dünyanın en mistik dansı kabul edilen semâ sırasında kollar yavaş yavaş göğüs hizasına kaldırılırken sağ elin parmakları yukarıya doğru, sol el parmakları ise aşağıya doğru döndürülür. Semâzenin başı 23- 25 derece sağa eğiktir.
(Dünyanın ekseninin eğikliği kadar olması ilginçtir) Bu sayede iç kulaktaki üç semi sirküler kanal, (Vücudun dengesini sağlayan iç kulak kanalları) eşit oranda uyarılmış olur.
Semâ sırasındaki dönüş ekseni semâzenin vücudundan geçer. Bu eksen kafa, kalp ve sol bacağından geçmektedir. Semâ sırasında baş hareketlerinden kaçınılıp, ense ve boyun adaleleriyle baş desteklenmektedir. Giyilen Tennure açıldığında kumaş ile yer arasında bir potansiyel enerji oluşur. Tennurenin açılması ayrıca bir merkezkaç kuvveti oluşturur. Bu merkezkaç kuvveti Tennurenin kapanmasını önlerken aynı zamanda dönerken yakılan enerjiyi %90 azaltır. Elbise giyilmeden yapılan semâ sırasında yorulma kat kat artmakta ve denge sağlanılamamaktadır. Kulağın doğru açıda durması kadar Tennurenin katkısı da denge için çok büyüktür.
Semâ öncesi mutlaka abdest alınmasının maneviyat yönü kadar bilimsel yönü de var. Suyun vücudun üzerinde biriken negatif enerjiyi aldığı ve vücudun manyetik korunma halkasını oluşturup güçlü duruma getirdiği bilimsel olarak kanıtlıdır. Vücuttaki negatif enerjinin yani hücrelerindeki eksi yüklü maddelerin artı yüklü yeri çekmemesi için abdest almak; bilimsel olarak da bir gerekliliktir. Abdest almadan semâ dönüldüğünde denge kaybının arttığı denemelerle tespit edilmiş.
Yöndemli’nin kendisi de semâzenliği gerçekleştirmiş, dönme konusunda denemeleri bizzat kendisin de yapmış olduğunu belirtir.
Semâzenlerin kafasında gördüğümüz takke silindir biçimindedir. İnsan bedenine doğadan bir enerji girişi olduğu bilinmektedir. Bu enerjinin girişi bıngıldak denilen yerden yani kafatasının tam üstünden olur. Silindir takke, bu enerji girişini semâ sırasında belli bir noktaya yani kafatasına sabitlemek ve yoğunlaştırmak açısından önemlidir.
Semâ dönmenin en önemli ayrıntılarından biri de dönüşün yönüdür. Bu dönüş saat yönünün tersinedir tıpkı atomların içinde olduğu gibi…
Semâ sırasında baş; kendi etrafında daire çizecek şekilde dönmez. Kendi etrafında sıfır çizen yani dönüş hızı sıfır olan sol orta kulak zarıdır. Semâzen enerjiyle aynı yönde döndüğü için bir hiza, denge ve eşdurum söz konusudur.
Çakı gibi dönmek diye tabir edilen dönüş, orta kulağın sıfır çizerek tam eksende oluşan bir enerji merkezi içinde dönmek demektir.
Semâ dönmenin terimlerinin her birisinin tanrısal bağlantıları vardır. Çark atmak yani dönmek, Tanrıyı her yönde görmeyi ve her yönden nur almayı temsil eder. Ayak vurmak, nefsi ayaklar altında ezmek, onu yenmek demektir. Kolları yana açmak olgunluğa yönelişi simgeler. Semazenin başındaki sikke mezar taşını, sırtındaki hırka mezarını, tennuresi ise kefenini simgeler. Semazenlerin sağ elleri yukarıya, sol elleri aşağıya dönüktür. Bu; “Hak’tan alır halka saçarız, hiçbir şeyi kendimize mal etmeyiz, görünüşte var olan, aracılık eden bir suretten başkası değiliz” anlamını taşır.
Semâzenin dönüş şeklinin de dinsel anlamları vardır. Semâzen dönerken içinden zikir yapmaktadır. Semâ sırasında kolların açılmasıyla semâzen, Arapçadaki "lamelif’e benzer bir "lâ" figürü oluşturur. Semâzenin gövdesi bu lâmelifin ortasına çekilmiş bir eliftir. Bu pozisyon "lâ" ve "illâ" kelimelerini hatırlatır. Bu ise kelime-i tevhidin yani "lâ ilahe İllallah" sözünün sembolüdür. Semâzen bu pozisyonuyla "benim aslında bir varlığım yok, gerçek varlık Allah'ındır" demektedir. Bu ifade tıpkı maddenin yeni tanımına benziyor:
“Madde maddeden oluşmamıştır ve gerçek varlık; dönen bir enerjiden ibarettir.”
Elektronun ve dünyanın dönüşü ile bu kadar benzer özellikleri kendinde barındıran Semâ dönüşü; insanın kendi enerji merkezini bulmaya, gücünü ve erkini arttırmaya, doğru yönde olmaya adanmış bir dönüştür. Yerçekiminden ve bedeni ağırlıktan kurtulmuş hissi veren bu dönüşün meydanı; yuvarlak oluşuyla dünyayı, Mevlevi dedesinin oturduğu Mevlana'yı temsil eden kırmızı post güneşi, ayinin trafiğini düzenleyen semazenbaşı ayı, semazenler de gezegenleri temsil ediyor. Yani semâ ayini bir anlamda güneş sistemini ve bu sistemde esas olan 'dönüş'ü anlatıyor.
Her şeyin gelip geçici olduğunu ve bu evrende dönen bir zerrecik olduğunu kabul edebilirse insan, üzülecek pek bir şey kalmıyor ve sözü Mevlana’dan unutulmaz bir öğütle bitirmek gerekiyor.
Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Hataları örtmede gece gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol,
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün,
Ya göründüğün gibi ol.
http://indigodergisi.com/55/nesrin.htm