Ne ilaç ve amonyak kokusu, ne inlediğini duyduğu insanlar, ne de hiç akmıyor gibi gelen zaman. Hatta o an hissetmediğinden habersiz olduğu el ve ayak parmakları, parçalanmış kaval kemiği, boğazından ve burun deliklerinden içeri sokulmuş ince plastik borular.
Bir hastanede olduğunu hissettiren tek şey, beyaz floresan ışığıydı.
Küçükken gittiği yatılı okulda vardı bundan, evlerine hırsız girdiği gece hep beraber sabahladıkları karakolda, bir de gitmekten hep nefret ettiği hastanelerde.
15 gün bir gece gibi
Yaklaşık 15 gündür neredeyse hiçbir hayat belirtisi göstermeden yattığı yerde gözlerini açtığında bu ışığın altında, buranın daha çok bir hastane olabileceğine kanaat getirmişti.
Peki ama neden buradaydı?
Nasıl olmuştu da hiçbirşeyi hatırlamayacak kadar bitkin ve yorgun hissediyordu kendini, ne yaşamıştı ve en önemlisi buraya gelmeden önce neredeydi?
Başını çevirmek istedi, odada kendisinden başka kimlerin olduğunu görmek.
Çeviremedi.
Seslense onu duyacak birileri vardı muhakkak, seslendi ya da seslendiğini sandı..
Sadece inlemeyle karışık bir hırıltı duydu. Odada kendisinden başka biri olmalıydı hırıltıyı çıkaran.
Aynı anda odanın içerisinde bir koşuşturma hissetti, sevinçli bir çığlık
“Mecnun! “
Bir gün, ismini hatırladığı ve kendisine seslenildiği için mutlu olacağı hiç aklına gelmezdi Mecnun’un ama O, bundan çok mutlu oldu.
Demek ki adım Mecnun
Kıpkırmızı gözleri ağlamaktan neredeyse artık kapanmış olan bir yüz, tepesindeki floresan ışığının o keskin beyazlığını kapatıverdi aniden, O’na doğru eğildi:
“Mecnun, uyandın mı benim güzel oğlum, uyandın mı annesinin kıymetlisi, benim canım uyandı mı ha?”
Bunları söylerken bir yandan da yeniden ağlamaya başlamıştı Sare Hanım. O hırıltıyı kaybetmekten korkarcasına bağırmaktan korkarak, çekingen, gözlerini Mecnun’dan ayırmadan koridora uzattı başını
“ Hemşire Hanım, koş Mecnun uyandı “
Annesi Sare Hanım dışında uyanmasını bekleyen birileri daha vardı demek ki. Daha da mutlu oldu Mecnun. Gülümsedi...
“Ah benim güzelim, gülümsedin mi sen pırlantam, annesinin canı ciğeri?”
Cevap vermek istedi Mecnun “Ne oldu bana” dedi.. yine o görmediği adamın hırıltısını duydu. Onun tüm konuşmalarını bastıran hırıltının sahibine kızdı. “ “Yeter artık, sen sus da ben konuşayım” dedi ama adam yine hırladı.
O hırıltının kendisine ait olduğunun kabullenmek, Mecnun için katlanılması zor bir gerçekti.
Ama gerçekleri yalanlara tercih ederdi ve kendisini aldatmak bu gerçeği değiştirmeyecekti.
Kabul etmeye karar verdi:
Hırıltı kendisinden geliyordu, bir hastanede konuşamayacak kadar ağır hastaydı ve başucunda ağlayan annesi Sare Hanım’ın gözlerinden anladığı kadarıyla gülümseyebilmesi bile mucizeydi.