Dünya hızla değişiyor; lakin değişmeyen bir şey var: devletin hafızası. Çin beş bin yıllık sabrıyla, Türkiye bin yıllık sezgisiyle hâlâ bu hafızanın iki kutbunda duruyor. Biri zamanı yönetiyor, diğeri mekânı anlamlandırıyor. Kuşak-Yol’un hikâyesi, yalnız ekonomi değil, insanlığın ritim arayışıdır.
Çin’in tarihi bir sabır hikâyesidir. Aşağılanma yüzyılından sonra yeniden ayağa kalkmış, üretimiyle, disipliniyle, düzeniyle bir medeniyet inşa etmiştir. Fakat bu medeniyet, sessizliğin ve planlamanın medeniyetidir. Türkiye’ninki ise hareketin, sezginin, yönün medeniyetidir. Biri plan yapar, diğeri o plana ruh üfler.
Kuşak-Yol, Çin’in küresel ölçekte kurduğu ritimdir. Orta Koridor ise Türkiye’nin bu ritme yön vermesidir. Bu iki hattın kesiştiği yerde, sadece mallar değil, fikirler de taşınır. Çünkü artık çağ, akışın çağıdır. Ne toprak, ne deniz; şimdi söz veri kablolarında, enerji hatlarında, demir ağlardadır.
Parlamenter Yazarlar Birliği Başkanı İbrahim Aydemir’in söylediği gibi, bu çağ “kim daha güçlü” değil, “kim daha bağlı” sorusuna cevap arıyor. Türkiye, hem doğuya hem batıya açık tek sabit köprüdür. Bu köprü, betonla değil, iradeyle örülmüştür. Çin için Türkiye bir tercih değil, zarurettir. Çünkü Orta Koridor, Kuşak-Yol’un nefes borusudur.
Fakat asıl mesele, Türkiye’nin bu zorunluluğu stratejiye dönüştürüp dönüştüremeyeceğidir. Eğer biz bu akışı yönetebilirsek, artık yalnız bir güzergâh değil, bir merkez oluruz. Çin düzen kurar; biz o düzene insan kazandırırız. Çünkü Türk aklı, sistem kurmaktan çok, sistemi insana dönüştürmeyi bilir.
Bugün dünya bir kez daha doğuya dönüyor. Batı’nın yorulduğu yerde, Asya yeni bir denge arıyor. O dengenin kalbi Ankara’da, ritmi ise İstanbul’dan Pekin’e uzanan koridorda atıyor. Bu yeni çağın adı, belki de “bağlantısal egemenlik çağıdır.”
Tarih bize şunu öğretiyor: sabırla sezgi birleştiğinde, medeniyet doğar. Çin’in sabrı, Türkiye’nin sezgisi… İkisi birleştiğinde sadece bir koridor değil, bir zihin hattı kurulur. İşte o hat, geleceğin yönünü belirleyecektir.