AK Parti Adana Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat geçen Kasım’da görevinden istifa etmeden önce, en son DTP’lilerle yediği akşam yemeğiyle gündeme gelmişti.
1- TSK GERİ ÇEKİLMEYE YARDIMCI OLABİLİR: Birbirimizin ne konuştuğunu duymak için önce silahların susması lazım. Silahların susması ne şekilde olabilir? Mesela, PKK Türkiye’den kendi kamplarına çekilebilir. Bu çekilme süreci içersinde Türk Silahlı Kuvvetleri buna imkân verir.
Yani, çekilmeyi kolaylaştıracak ve doğrudan üstlerine gidecek eylemlerden kendini geri çeker ve bu konuda yardımcı olur. Bence devletin böyle bir konuda samimi olduğunu otaya koyması gerekir ki, bu da Sayın Sönmez Köksal’ın size söylediği gibi gizli görüşmelerde yapılabilir, belki de yapılıyordur, bilemiyorum.
2- AFFA YENİ BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ: Bugün Irak’tan iadesini talep ettiğimiz PKK’lı sayısına baktığınız zaman 200 küsur kişidir. Bunlar da lider kadro diye nitelendirilen kesimdir. Demek ki, bu 200 kişinin dışında kalan kişiler hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır Türkiye’de.
Dolayısıyla, bunların ister Mahmur kampı üzerinden, ister direkt bir şekilde Türkiye’ye girişinde haklarında herhangi bir işlem yapılmaması kabul edilebilir. İşte bu da bir tür af sürecidir. O 200 kişilik kadronun Türkiye dışında bir ülkeye gönderilmesi konusunda da bir mutabakat sağlanabilir.
3- ÖCALAN BÜTÜN KÜRTLERİ TEMSİL ETMİYOR: İsteyen herkesin katkı koyabilmesi lazım ama, ne Abdullah Öcalan ne de DTP tüm Kürt halkının temsilcisi konumunda. DTP’nin bölgeden aldığı oy ortada.
Üstelik Güneydoğu’daki Kürt sayısından daha fazlası ülkenin kalan bölgelerinde yaşıyor. Madem ki Kürt problemi temelde hak ve özgürlükler problemidir; o zaman bence muhatap aramaya gerek yok.
DTP de STK’lar da elbette sürecin içinde olmalıdır ama, öncelikli muhatap her bir vatandaş ve onların haklarıdır.
4- KARŞILIKLILIK ESASI: TSK’nın operasyonları karşı tarafa yardımcı olmak için durmalıdır. PKK’nın da eğer elinde silah varsa o zaman onun da Türkiye topraklarının dışına çıkması şarttır.
5- TERÖR BİTMEZ, BİZ HEDEFE KİLİTLENELİM: Ben bu havaya inanmıyorum, çünkü, terör sorunuyla Kürt sorununu birbirinden ayırmak bile uzun zaman alacaktır. Bir de üstelik bu sorunun bitmesi birçok menfaate dokunacağı için, ben provokasyonların da devam edeceği kanısındayım.
O yüzden burada kilitlenilmesi gereken hedef, bence terörden ziyade milyonlarca Kürdün kendini eşit vatandaş olarak algılaması sonucudur.
6- KÜRTÇE EĞİTİMDEN KORKMAYA GEREK YOK: Birincisi, ben bu meseleye Kürt sorunu denmesine itiraz ediyorum, bunun adı “vatandaşlık sorunu”dur. Çünkü, Kürt dediğimiz kişi de benim vatandaşımdır ve bir Türk hangi temel hak ve özgürlüklerden istifade ediyorsa, bir Kürt veya başka bir etnisiteden gelen vatandaşımın da aynı hak ve özgürlüklerden faydalanması gerekir. Ama, bugünkü uygulama böyle değil.
Bugün, “Sen bana tabi olacaksın” deniyor. Bu da “Ne mutlu Türküm diyeceksin, çünkü, bu zaten bir ırkı ifade etmiyor” diye açıklanıyor. Peki, o zaman bir de “Ne mutlu Kürdüm diyene” diyelim... Ama, o olmuyor; demek ki neymiş, oradaki Türk kelimesi bir ırkı ifade ediyormuş.
Oysaki vatandaşlığı ırka dayalı değil de Anayasal vatandaşlık bazında algılarsak, herkes eşit vatandaşlık haklarından faydalansın dersek, o noktada zaten bütün sorun çözülüyor.
Mesela, Kürtçe eğitim meselesi... Bundan kısa bir süre önce Kürt dilinde müzik dinlemek de Türkçe dışında bir dilde televizyon ve radyo yayını yapmak da yasaktı. Peki, bu yasaklar kaldırıldı mı; kaldırıldı.
Peki, bir problem oldu mu; olmadı. Şimdi, eğitim konusunda da aynı problem ve korkuyu yaşıyoruz, ama şu korkularımızı bir atsak kimsenin çocuğuna Türkçe-Kürtçe değil, yabancı dil eğitimi aldırmaya çalıştığını göreceğiz.
Bir de şu var tabii: Diyelim ki bugün Kürtçe eğitim serbest dedik; peki kimle öğreteceksiniz? TRT-Şeş’e Kürtçe bilen bulamıyoruz, eğitime kimi bulacağız? Demek ki önce bir Kürdoloji kurmak, Kürtçeyi geliştirmek, sonra öğretmen yetiştirmek gerekir ki, bu da zaten yıllar alır.
7- GÜNEYDOĞU HER YERDEN DAHA GERİ: ”Efendim Kastamonu’nun şu ilçesine bakarsanız, orası da şu kadar geri kalmıştır” deniyor. Doğrudur, ama Diyarbakır gibi bir ilde eğer bundan dört sene öncesine kadar 1200 köyün sadece 300-400’ünde su varsa burada açık ara bir dengesizlik var demektir.
Bu dengesizliği ortadan kaldırabilmek için pozitif ayrımcılık şart.
Ama, bu da yetmez. Tüm Türkiye için artık mahallinden yönetim şart. Artık Ankara’dan yönetebilme imkânına sahip değiliz.
Bu dünyanın başka yerlerinde de yok. Tabii konuyu buradan alıp otonomiye götürmek de doğru değil. Hatta bunun tartışılmasını bile yanlış bulurum.
8- BU İKİ SORUYA KİM HAYIR DER: Toplumun karşısına şu iki soruyla çıkmalıyız: a) Senin kullandığın haklardan komşunun kullanmasına karşı mısın, değil misin? b) 25 yılda 40 bin insanımız öldü, 10-15 bin faili meçhul var ve yüzlerce milyar dolar harcamışız. Sence bu insanları, bu kaynakları kaybetmeseydi Türkiye için daha mı iyi olurdu, daha mı kötü olurdu?
Bu iki soruya da ben “Hayır” diyecek çok fazla kişi olduğunu sanmıyorum. “Evet”i duymak ise problemin çoğunu hallediyor zaten.
9- MUHALLEBİ SORUNU: Eğer size daha tatlı gelecekse bu sorunun adına “Muhallebi sorunu” deyin, ama bir sorun var. Bu sorunu çözmenin tek olmazsa olmaz çizgisi de anayasal vatandaşlıktır.
10- KAYBEDECEKLERİMİZİN SINIRINA GELDİK: Artık, öyle bir noktaya geldi ki Türkiye, duvara dayandı. Artık, herkes şapkasını önüne koyup düşünmek mecburiyetinde. Bu mesele yüzünden yıllardır çok varlığımızı kaybettik, ama artık sınırdayız.
Bundan sonra kaybedeceğimiz şeyler, bir ülkenin asla kaybetmemesi gereken şeylerdir. Bu ülkenin birliğidir, bütünlüğüdür, kardeşliğidir, özgürlüğüdür. Bunları kaybetmememiz lazım, ama o noktaya doğru gidiyoruz. Dolayısıyla çok çok önemli bir kavşağın başında duruyoruz ve artık bu problemi çözmek zorundayız.