Mayıs ayından sonra enflasyonun tepe noktası ve dezenflasyon projeksiyonları tartışmalı bir noktada durmayı sürdürürken, biz güncel ve gelişebilecek yeni şartlar kapsamında enflasyonun yüksek kalmasına dair riskleri değerlendirmeyi sürdürüyoruz. Yarın açıklanacak Mayıs enflasyonuna dair olarak aylık %1,2 ve yıllık %17 beklentimiz mevcut. Nisan ayında kurdan kaynaklanan ek faktörler ve enerji enflasyonunun sürüklemesiyle %17,1 seviyesine yükselmiş olan enflasyonda ilerleyen aylarda aktif olacak yeni riskler, dezenflasyon sürecini riske atmaktadır.
Kurdan ve hammadde fiyatlarından kaynaklı ithalat maliyetleri ve petrol fiyatlarının özellikle yılın ilk aylarındaki güçlü baz etkisi enflasyonun 8 ay üst üste artış kaydederek Ekim 2020’deki %11,9 seviyesinden Nisan 2021’de %17,1 seviyesine getirmişti. Kurdan kaynaklı risklerin birikimli gecikme etkisi geçtikten sonra absorbe olma beklentisi bir süre geçerli olmuşsa da, Mart ayından sonra TRY’nin tekrar değer kaybına geçmesi ve güncel şartlarda da bu kaybın hızlanması ilave maliyet enflasyonu etkisine temel oluşturacak en başlıca lokal faktördür.
Petrol fiyatlarının global etkisine bağlı fiyat artışları son birkaç ayda geçerli olmakla beraber, bu etki azalmaktadır. Ancak hem döviz kurlarının artmaya devam etmesinin etkisi, hem de vergi artışlarının zam etkisiyle enerji maliyetinden gelen etki de artacaktır. ÖTV artışının akaryakıt zammı üzerinden direkt TÜFE etkisi 0,4 puan civarında. Tabii bütün üretim ve taşıma maliyetlerini de artıracağından enflasyona nihai etkisi katlanacaktır. Eşel mobil sisteminin ve tavan fiyat uygulamasının bitirilmesi benzine ilave zamları da getirebilir.
Dünyada görülen enflasyon etkileri de yansıma gösterecektir. ABD’de %4’lerin üzerine çıkan TÜFE ve %6’lara yakın olan ÜFE ilerleyen aylarda da yüksek enflasyon baskısı anlamına geliyor ve bunun biraz kalıcı olma ihtimali var. Bu da yurtdışında üretilen malların daha pahalı olması anlamına gelir ve ithal fiyatlarına kur etkisi yansımadan önce yansıma gösterir. Yani döviz bazlı ithal fiyatları global enflasyondan, iç pazara aktarılırken yapılan TRY bazlı fiyatlaması da döviz kurlarından etkilenir. Katmanlı bir enflasyon etkisi ile karşı karşıyayız. Benzer global enflasyon etkisi, hammadde fiyatları açısından da geçerli olduğundan içerideki üretim girdi maliyetlerini artıracaktır. Nisan ayında %35,2 olan ÜFE’nin bu kapsamda artmaya devam etmesini bekliyoruz. TÜFE’nin ÜFE’ye yakınsama potansiyeli enflasyon açısından zorlayıcı bir görüntüye sebep olmaktadır.
Bunun yanında, global Merkez bankalarının hem düzelmekte olan ekonomi hem de artan enflasyon baskısından dolayı varlık alımlarını azaltmayı değerlendirmesini önümüzdeki aylar için bekliyoruz. Bu da global sermaye hareketlerini etkilemesi, küresel bazda doların ve tahvil faizlerinin yükselmesi gibi etkiler oluşturması bakımından fiyat istikrarını bozucu etki yapabilir. Bu, kontrolümüz altında olmayan bir dış faktör olarak görünse de iç tamponlarımız yeterince yüksek olmazsa etkilenme katsayımızı da artırır. Benzer ülkelerimizden ayrışan CDS ve enflasyon seviyelerimiz bu uyarımıza temel oluşturmaktadır.
Gerçekleşen enflasyona göre olan reel faizimiz, son enflasyon artışlarıyla geçmişe göre azalma gösterse de benzer ülkelerimizden halen yüksektedir. Faizin; gerçekleşen enflasyon, beklenen enflasyon, çıktı açığı ve risk primi gibi unsurların belirlediğini düşünecek olursak; enflasyonun üzerinde oluşturulan nominal faizin aslında mevcut risk maliyetimize göre düşük kaldığı anlaşılabilir. Çünkü, yüksek nominal faiz ve pozitif reel getiri uygulamasına rağmen fiyat istikrarı sağlanmamıştır. Bu durum, daha fazla enflasyona da işaret ettiğinden yüksek faiz, yüksek enflasyon, yüksek kur döngüsüne ekonomi girmektedir. Sürdürülebilir büyüme sağlanması açısından da olumsuzluk, enflasyon için özel politikalar üretilmesi ve uygulanması gerekliliğini de ortaya koyuyor. İşin para politikası bacağında; Merkez Bankası enflasyonda düşüş sağlayan kalıcı emareler görene kadar faizleri indirmemelidir. Faizlerin enflasyonda önce veya enflasyondan daha hızlı bir şekilde indirilmesi; ilave fiyat istikrarsızlığı, finansman kalitesizliği, dolarizasyon etkisinin artması gibi durumlara neden olacaktır.
Merkez Bankası’nın bir sonraki PPK toplantısı 17 Haziran tarihinde gerçekleşecektir. Güncel politika yönlendirmesi, faizlerin “mevcut ve beklenen enflasyonun üzerinde” tutulması yönündedir. Son iki toplantıda faizi sabit tutan Merkez Bankası’nın faiz indirmesi açısından önümüzdeki aylarda da (3Ç21 içerisinde) gerekli koşulların olgunlaşacağını düşünmüyoruz.
Kaynak:Tera Yatırım
Hibya Haber Ajansı